1- Mehmet Kemal Pilavoğlu. Eskilerin yakinen tanıdığı, yeni neslin ise sağdan soldan doğru yanlış bilgilerle ismini duyduğu bir zat.
Kendisi Türkiye’deki Ticani tarikatının şeyhi, lideri… Hayatı hapishanelerle, sürgünlerle, onu yakından tanıyan çoğu insana göre iftiralarla geçmiş birisi. Ama özellikle 1940’lı ve 50’li yıllarda özellikle Türkçe ezanın karşısındaki dik duruşları ve ses getiren eylemleriyle bir döneme damgasını vurdu. Hapishane, işkence ve sürgünleri kendilerine mükâfat olarak gören ve yılmak nedir bilmeyen bir direniş gösteren bir yapıya sahiptiler. Aynı hızla devam etseydi, günümüzün en önemli oluşumlarından biri olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Edindiğimiz bilgilere göre bazı Ticani müritlerinin şeyhleri Pilavoğlu’nun bilgisi ve isteği dışında Atatürk heykellerine saldırılarının ve Celal Bayar’ın Atatürk’ü koruma Kanunu’nun çıkarmasının başlıca sorumluları olarak görüldü.
Yazı dizimizin başlangıç noktası Kemal Pilavoğlu’nun torunu Selahaddin Altunbaş’la tanışmamız oldu. Bize dedesini anlatan Altunbaş, sadece bununla yetinmeyip, Pilavoğlu’nun hayatını geçirdiği ve gözlerini yumduğu Hamamönü’ndeki tarihi evine götürdü. Bir kültür ve ilim derneğine dönüştürülen evde, Dernek Sorumlusu ve Pilavoğlu’nun müritlerinden Hilmi Benli’nin bizimle paylaştığı anekdotlar dinlenmeye değerdi. Pilavoğlu’nu yaşamından, anılarından, kullandığı araç gereçlerden, eserlerinden faydalanarak yakından tanımaya çalıştık. Derneğin Sorumlusu Hilmi Benli -kendisi Pilavoğlu’nun müridi ve yazıcısı- Pilavoğlu’nu anlattı; bize anılarını anlattı. Anlatırken duygulu anlar yaşayan Benli, onun ilmine ve yazarlığına olan hayranlığını vurguladı. Yazımızın ilk bölümüne Pliavoğlu’nu ve Ticani liderliğine giden süreçle başlayalım.
1906 yılında Ankara’da ailesinin tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Zengin bir aileden gelen doğan Pilavoğlular kazan kazan pilav pişirip ihtiyaç sahiplerine dağıttıkları için pilavoğlu ismini aldı. Başkent Ankara’da 410 senelik Pilavoğlu Han bulunmaktadır. Tahsilini Ankara Hukuk Fakültesi’nde başarılı bir şekilde sürürken, Pilavoğlu 1926 yılında Beyrut ulemasından birini İstanbul’da ziyaret ediyor. Bu kişide Pilavoğlu’na Ayasofya Camisi’ne gidip Medineli Abdülkadir Medeni’yle görüşmesini söylüyor. Görüşme sırasında milletime nasıl faydalı olabilirim diye soran Pilavoğlu’na, bu zat Peygamberimizin hizmet esaslarına uy, Allah’tan kork, bütün varlığınla işine sarıl, bol bol salavat getir. İyi olacak inşallah” diyor.
Böylelikle Pilavoğlu, Hukuk Fakültesi son sınıftayken öğrenimini yarım bırakıyor. Tefsir, hadis, siyer, fıkıh üzerine kendini geliştiriyor. Osmanlıca ve Türkçe eserler üzerine yazıyor. Sohbetler düzenliyor. Sohbetine katılanlarla dostluk halkası kuruyor.
25 yaşındayken gördüğü bir rüya hayatının dönüm noktası oluyor. Bir gün rüyasında Peygamber efendimizi kendisinin de içinde bulunduğu bir cemaatle namaz kılarken görüyor. Peygamber efendimiz namazdan sora dönüp Pilavoğlu’na bir zatı tavsiye ediyor. Aynı yıl içerisinde Arif Hikmet Kütüphanesi’nin Medineli Müdürü’yle İstanbul ziyaretinde karşılaşınca, peygamberin tavsiye ettiği şahsın kendisi olduğunu fark ediyor. Ve karşılaşmadan itibaren kendisine hürmet ediyor. Bu kişi Muhammed Haşim’den Pir Ahmet Ticani’ye kadar olan şeyh silsilesine Kemal Pilavoğlu’nu da ekliyor.
2 TİCANİLER…
Cezayir Berberi kabilesinden Ahmet Ticani 1758 yılında Fas, Mekke ve Medine’yi dolaşarak, Kahire’ye geldi. Şeyhlerle tanışıp tasavvufla meşgul oldu. Kadirilik, Tevbilik ve Halveti tarikatlarına girdikten sonra Ticani tarikatını kurdu.
Bu Tarikatın piri Ahmet Ticani, şecere itibari ile Hz. Hasandan gelir. Ticanilik ismi ve vefat eden validesinin mensup olduğu kabilenin isminden kalmadır. Pilavoğlu, “Resulüllahı gördükten sonra feyzim birdenbire arttı, hakikatler bana ayan oldu ‘’ demiştir. Pilavoğlu bu tarihten itibaren çalışmalarına devam etmiş, yıllarca Allah ve Resulü uğrunda mücadele etmiş yazı ve makaleleri ile islama ve insanlığa hizmete kendini adadı. Kendisi Ankara’da yaşıyordu Ankara’nın civarındaki köy ve kazalarından, Türkiye’nin çeşitli beldelerinden gelen insanlar etrafında toplanmaya sohbetlerinde bulunmaya talebesi ve müridi olmak için topluluğa katılıyorlardı. Pilavoğlu, zamanın ilim adamları, mutasavvıfları, hocaları ve Diyanet İşleri başkanları ile de görüşmüş bu insanların bir kısmı genç Pilavoğlu’nda gördükleri yüksek şahsiyet, vakar ve derin muhabbetine dini konulardaki yüksek düşünce, fikir ve görüşlerine hayranlıklarını çeşitli vesilelerle ifade etmişler; ancak bazı insanların da eleştirisine maruz kaldı.
Ticaniler ismini 1942 yılında Pilavoğlu’nun müridlerinden Sadık Çakırtepe, Arapça ezan okunduğu yıllarda Ulus’taki Zincirli Camii okuduğu Arapça ezanla duyurdu. Olay Çakırtepe’nin tutuklanmasıyla kapandı.
Ticanilerin bir diğer önemli girişimi, yine Pilavoğlu’nun müritlerinden Yusuf Özcan Hacı Bayram Camii’nde hocanın devlete itaati ve vatana bağlılığı anlatırken, kalkıp Arapça ezan okuması oldu. Camideki jandarmaların hemen kalkıp Özcan’ın ağzını eliyle kapatmaya çalışırken, Özcan jandarmanın elini ısırıp, ezanı tamamlamaya çalışıyor. Bu sırada İmam’ın yakalayın diye bağırması da olayın düşündüren bir başka boyutu oluyor. Karakolda dövülürken, içeri giren komiserin neden dövüyorsunuz sorusuna, Allahu Ekber diye ezan okudu cevabı verilince, komiser, “Allah diyen dövülür mü?” diyerek, serbest bırakılması talimatını veriyor. Daha Sonra dönemin Ankara Valisi İzzettin Çapar, Yusuf Özcan’ı çağırarak Neden Arapça ezan okudun? Sorusuna Özcan, “1300 yıldır Müslümanların ortak çağrısı olan ezanın değiştirilmesi, Kuran ve Peygamber düşmanlığıdır.’ cevabını verir. Bunun üzerine, “Aferin Yusuf efendi, senin gibi 100 tane cesur adam olsaydı, bu hale düşülmezdi” diyen Vali Çapar’ın valiliği de devam etmiyor.
En ses getiren olayları ise TBMM’de gerçekleşiyor. 1949 yılında TBMM’nin misafir locasında Muhiddin Ertuğrul birden ayağa kalkıp Türkçe ezan okur. Görevliler tam müdahale edip etkisiz hale getirirken, diğer taraftan Osman Yaz, ayağa kalkıp ezanı tamamlıyor. İkisi de sonunda gözaltına alınıyor.
3- HAPİS VE SÜRGÜN HAYATI
1942’de okudukları Arapça ezanla duyuran Ticaniler, 1943 yılında basıldı. Şeyhleri M. Kemal Pilavoğlu ve 24 müridi tutuklanıp cezaevine konuldu. Suç unsuru olarak ele geçirilen materyaller, 500’lük iki tespih, 23 maddelik esaset ele geçirildi. Esasatte, sabah ve akşam 2 defa 100 estağfurullah, 100 la ilahe illallah, 100 salavat söylenip, 1000 veya 1600 kez toplu halde La ilahe illallah veya ‘Allah’ denileceği gibi ibareler yer alıyordu.
24 mürit içki, zina, kumardan uzaklaşıp, İslam’la ahlaklanmış kişilerdi. Suçlu bulundu. Hapishane yılları başlamış oldu. Pilavoğlu, ifadesinde, “Peygamber ahlakı yolumuz, Kuranı Kerim düsturumuz, her şeyi ondan alır ona göre hareket ederiz. Siyasi bir gayemiz yoktur. Hakkımızda ne kadar ceza verilirse, inancımızdan vazgeçmeyiz” demiştir.
Pilavoğlu’nun deli olup olmadığının anlaşılması için üç hafta akıl hastanesinde kontrollerden geçirildi. Akıl sağlığının yerinde olduğu tespit edilip, tekrar cezaevine gönderildi. 1952’de 74 Ticani’ye çeşitli cezalar verildi. Pilavoğlu’da 10 yıl hapis, 10 yıl sürgün cezalarına çarptırıldı. Sürgün cezası 5 yıl Bozca ada ve 5 yıl İmroz olarak belirlendi. Ulucanlar Cezaevi’nde Pilavoğlu, afla yaklaşık 7 yıl sonra serbest kaldı. Pilavoğlu’nun bilgisi ve isteği dışında Ticanilere bağlı bazı müritlerin Atatürk büstlerine saldırması olayları sonrası, Celal Bayar’ın çıkardığı Atatürk’ü Koruma Kanunu ile Laiklikle devletin düzeniyle alakalı 163. Madde genişletildi, cezalar artırıldı. Yaklaşık 40 yıl bu kanun üzerinden yaptırımlar yapıldı. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, hükümetteki Demokrat Parti’yi “irticaya taviz verme” iddialarıyla sıkıştırma vesilesi olmuş ve malum koruma kanunu çıkartılmıştır.
MAHKEME ANISI: Mahkeme safahatlarından birini, kuvvetli hafızası ve o zamanki canlılığı ile isimleri de zikrederek anlattığına göre, o zamanlar Ankara’nın tanınmış hocalarından olan Topçu Hocayı, Solfosollu Hatibi Musluoğlu’nu ve Hamamcı Ethem Hocayı, hakim mahkemeye şahit ve bilirkişi olarak çağırmış ve bu hocalardan Topçu hocaya; Pilavoğlu ve adamları ne yapıyor? diye sorduğunda; hoca hakime, “Efendim bu adamlar gençleri kandırıyorlar, salavat getiriyorlar deyince, Pilavoğlu’nun avukatı ayağa kalkıp hakime, ‘’Efendim müvekkilim Kemal Pilavoğlu’nun getirmiş olduğu salavat farz mı, vacip mi, sünnet mi imiş? hoca efendiye sorar mısınız’’ diyor. Hoca da ‘’Hayır efendim ne farzdır, ne vaciptir, ne sünnettir, menduptur, pamuk çuvalı kadar hükmü yoktur ‘’ diyor. Onun bu sözü üzerine o zamana kadar son derece sakin olan ve bütün iftiralara sukunetle karşı duran, Pilavoğlu ayağa kalkıp ve salavatı inkar bu hocaya bir ayet-i kerime okumuş ve ayetin manasını hocaya sormasını hakimden rica ediyor. Hoca cevap veremeyince, Pilavoğlu hakime, “Ayet mealinin Allah ve meleklerinin bile Resulüllah üzerine salavat getirdiği halde, bir ümmeti olarak onun üzerine salavat getirmeyelim mi?” dediğinde hoca buna karşılık ömründe bir kere salavat getirmek farz şeklinde bir cevap vermek zorunda kalıyor.
Hapishane hayatında arkadaşları ile beraber aynı koğuşları paylaşmışlar ve bu koğuşlarda geçen yıllar içerisinde meydana gelen olaylar, hapishane idaresi ile olan münasebetleri ve oradaki yaşantısına ait olayları anlattığı hatıralar ve ibret verici maddi manevi olaylar vardır ki bu olayları yaşayanlar veya buralarda yaşananları ilk ağızdan dinleyen çevresindekilerin birçoğu bugün hayatta. Hapishaneden çıktıktan sonra gazeteciler, polisler ve müritleri evinin etrafında görüşüp konuşabilmek için 3 gün beklemişler, üçüncü günün sonunda 15 yıl devam edecek olan sürgün ve gurbet yılları başlıyor.
4- BOZCAADA SÜRGÜNÜ
Müritlerin bir kısmı çeşitleri beldelere; Pilavoğlu da Bozcaada’ya sürgüne gönderilmiş 1958 yılından 1974 yılına kadar burada yaşamıştır. Bozcaada’da müritleri kendisini yalnız bırakmamış devamlı olarak ziyaret ediyor. İlk yıllarda Bozcaada’ya gelen müritler sorguya çekilmiş, adaya niye geldiği, ne kadar kalacağı, nerede kalacağı hakkında sorular soruluyor. Pilavoğlu adada boş durmayıp burada günleri dolu dolu geçmiş yine yazılarına devam ediyor. Bugün mevcut olan eserlerinin birçoğu adada kaldığı yıllarda kaleme alındı. Bu eserler yazılırken Pilavoğlu’nun yanında birçok katipler bulunmuş. Bu katiplerin Pilavoğlu ile çalışmaları hakkında anlattıkları çok hatıraları vardır. Bütün katiplerin anlattığına göre, saatler süren bu yazım işinde Pilavoğlu’nun söylediği cümleleri kaleme almakta güçlük çektiklerinden şikayet ediyorlar yazmaya yetiştiremiyorlar. Şuan derneğin sorumlu olan Hilmi Benli de Pilavoğlu’nun birkaç defa kâtipliğini yaptı.
Benli, “Bir defa bu yazım esnasında efendim şurasını anlayamadım veya duyamadım lütfen tekrar eder misiniz? dediğimde kızdığını ve dikkatli olmam gerektiğini söylediğin hatırlıyorum. Çünkü bu yazıları yazdırırken Pilavoğlu herhangi bir nota bakmadan duraklamadan cümleleri peş peşe sıralar katipler de söylenenleri yazmaya çalışırlardı. Öncelikle el yazısı ile yazılan bu yazılar daktilo edildikten sonra katipler tarafından huzurunda okunduğunda son derece düzgün cümlelerle kaleme alınmış edebi bir yazı ve makale ile karşılaşırdık. Tahsis için incelendiğinde imla hatalarından başka herhangi bir değişiklik, ilave, eksiklik veya fazlalık bir şey olduğu görülmemiştir.” diyerek bir anısını bizimle paylaştı.
Buna benzer çok hatırası olduğunu dile getiren Hilmi Benli, Bozcaada’da bulunduğu zaman yerli halk ilk zamanlar kendisine mesafeli durmuş, tereddütle yaklaştığını söyledi. Benli, “Üstadın din adamı olma yönünden başka sosyal yönleri de vardır. Adada çok hizmetleri olmuştur yol yaptırmış, çeşmeler yaptırmış, camileri tamir ettirmiştir. Modern ekmek fırını yaptırarak düzenli ekmek imal ettirmiş, bağ ve bahçeler satın alarak burada ada halkı için sebze, meyveler yetiştirmiş, modern ahırlar kurarak hayvancılık yapmış süt, yoğurt vs. ihtiyaçlarını temin etmiştir. Yalnızca üzüm ve şarapçılıkla uğraşan ada halkına birçok iş alanında öncülük etmiştir, bağlardaki üzümlerin bir kısmı o zamanlar nakliye zorluklarından veya satılmadığından dolayı elde kalan üzümleri adadaki şarapçılara vermemek için ‘’Ne yapalım denize dökün balıklar da Allah Allah diyor ‘’ dediği hala hatırlardadır. Ard düşünceden uzak olarak tarafsız konuşan Ada sakinlerinin hepsi şimdi onu rahmetle anmaktadırlar. Üstad adada bulunduğu süre içerisinde yanında devamlı olarak 20-25 müridi bulunurdu bağlarda, bahçelerde çalışırlar yer içerler akşamları efendi hazretlerinin sohbetlerine katılırlar, zikirler yaparlar günlerini neşe içinde geçirirlerdi. Bunun aksine olarak bazı garazkar insanların dediği gibi Pilavoğlu adamlarını zorla çalıştırıyor iddiaları yersizdir. Hiç kimseyi, istemediği bir yerde bir başkası için bir saat dahi çalıştıramazsınız. Bu tamamen manevi duygular içinde olan ve yapılan bir harekettir. Nasıl ki maldan, candan, evlattan, vatandan vazgeçip Resulüllah’ın etrafında toplanan ve onun uğruna hicret eden ashap hangi duygular içerisinde bulunuyor idilerse o Resule hayran olan üstad Pilavoğlu ve müridleri da herhalde benzer duygular içerisinde bu fedakarlıklarda bulundular.” diye konuştu.
“PİLAVOĞLU’NU ANLAMAK İÇİN OKUYUN”
İlahi ışık İlim ve Kültür Derneği sorumlusu Hilmi Benli, “Üstadın ilmini ve bilgisini biz burada birkaç satırla anlatmak durumunda değiliz, onu tanımak ve anlamak isteyenler tarafsız bir gözle dedikodulara aldırmadan, şu anda elimizde mevcut olan 200 adede yakın olan kitaplarını ve yüzlerce makalesini okuyup öyle değerlendirmesi lazımdır. O zaman onun Allah (CC) ve Resulullah (SAV) aşığı benlikten ve gururdan uzak,hak için,adalet için,dünyalardan korkmayan,hiçbir baskıdan yılmayan son derece cesaretli ve nispette de mütevazi bir kişiliğe sahip olduğunu anlayacaktır. Hayat boyunca birçok insanlarla görüşüp müşaverelerde bulunmuştur, ziyaretine gelen insanlar onunla konuştuktan sonra, onun düşmanı dahi olsa sonradan takdirlerini belirtmişlerdir” diye konuştu
PROFESÖR OLAYI
Pilavoğlu’nun adada bulunduğu sırada şahit olunan bir olayı hatırlatan Benli, “İstanbul’dan bir profesör gelmişti. Üstadı ziyaretine karşılıklı görüşme esnasında ilmi ile mağrurlanan profesör konuştu. İslam’dan bahsetti diğer konulardan bahsetti. Üstad büyük bir ve karla dinledi ve kısa cümlelerle profesöre verdiği cevaplardan profesör mahcup bir şekilde, “Efendim kusura bakmayın boş teneke çok ses çıkarırmış” dedi ve çıktı gitti” diye konuştu.
5- ANKARA’YA DÖNÜŞ VE ESERLERİ
1974 yılında adadan Ankara’ya dönen Pilavoğlu burada yazılarına devam etti, kitaplar bastırdı. Pilavoğlu’nun göze görünen en büyük faaliyeti dini yazılar yazmak ve kitap yayınlamaktı. İlk basılan kitabı bugün bile meşhur olan ‘’ Din Rehberi ‘’ isimli kitabıdır. 1949 yılında basılı bu kitabı diğer eserler takip etmiş ve 1974 yılında 200 adede ulaştı. Bu eserlerin mükerrer baskıları halen devam ediyor. Ayrıca 1967-1968 yıllarında Ankara’da yayına başlayan İlahi ışık adı altında 15 günde bir çıkan gazetenin yazılarının birçoğunu Pilavoğlu yazdı. Gazete 1974 yılına kadar yayına devam eden bu gazetede çıkan yazıları o zaman büyük yankılar uyandırdı. Gerek dini çevrelerden, gerek siyasi çevrelerden tepkiler aldı. Pilavoğlu, bu tepkilere ve itirazlara aldırmadan yazılarına devam etti. Yazılarının kaynağı mutlaka Ayet-i Kerime ve Hadisi şerife dayandığı için tepkiler kısa zamanda sönüp gitmişti. Gazetede’’ sorular ve cevaplar’’ isimli bir bölüm açılmış, bu bölümde Türkiye’nin her tarafından Avrupa’dan, Amerika’dan Müslümanların sorduğu sorulara Pilavoğlu’nun Ayet ve Hadislerin ışığı altında cevaplar verdi. O zamana kadar bazen aynı sorulara verilen cevaplardan farklı cevaplar verdiği için tartışma ortamları doğdu, gerek diyanet camiasında gerek diğer tarikatlar camiasında değişik yorumlar yapıldı. Fakat sonunda yine haklı çıkmış, bu cevaplar sade bir lisanla, demogojiden uzak olarak verilen net ve yalın cevaplardı.
VEFATI…
İyi gününde, kötü gününde, sağlığında ve hastalığında sadık müritleri etrafından asla ayrılmadı. Onlarla beraber yaşadı, onlarla beraber güldü, onlarla beraber çileler çekti. Pilavoğlu’nun fırtınalı hareketli, dolu dolu yaşanan hayatı vefatına kadar öylece sürdü. 2 Ocak 1977 yılında Ankara’da vefat etti. Başta ailesinin, sevenlerinin, ihvanlarının tekbir ve tehlilleri ile Cebeci Asri-i Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hayatında olduğu gibi memadında da müritleri onu yalnız bırakmadı. Kabrini her zaman ziyaret ederek Fatihalar, dualar okumaya devam ediyorlar. Yıllar önce bir şiirinde ‘’Öldüğüm gün bayramımdır, bayramım ‘’ diyen Pilavoğlu için, Benli, “O çok sevdiği muhabbet ettiği adını dilinden düşürmediği üzerine salavat-ı Fatihalar okuduğu Allah Resulü Muhammed Aleyhisselama kavuştuğunda onun hakiki bayrama erdiğine inanıyoruz” dedi. Haber: Kenan ERGEN
merhum Pilavoglu ile ankara Ulucanlar cezaevi 6 inci kogusu pAylasmis defalarca katibi umumisi sabri bey ben merhum volta atmis bircezaevi delisi olarak kendisinden sakin olmami onerilerini dinler ve hafta sonlari sofrasina yerimi ayirarak davet ederdi.takvimler temmuz 1952 – 1955
Hoca
•
Her şey güzel de.insanlar birbiriyle uğraşmayı.seviyor.Kötü ne kadar kötü olduğunu bilir.vicdanı ona herşeyi gösterir.İyi insana da vicdanı herşeyi gösterir.hayadan edepten dogruluktan kısacası hayatın kurallarından ayrılmayalım.bir deli kuyuya taş attı diye de kendimizi hırpalamiyalim.güneş doğarken yatıp güneş batarken kalmayalım.Çok para biriktirip uzayda tatil yapmayalım.zamanı gelince ölelim.vesselam.1. ve 2.sözleri çok okuyalım
cemile arı
•
doğruları okumak çok güzel RABBİM doğruların yardımcısı olsun
Şimdiye kadar olumlu veya olumsuz pek az şey yazıldı ve çok fazla şey konuşuldu halk arasında. benim söylemek istediğim şey ise şu dur;Bir şeyin muhteviyatı veya içinde ne varsa üzerinde taşıdığı etikette yazılıdır. Etiketinde zehir yazan kutunun içinden bal çıkmaz.Efendimin etiketi de geride bıraktığı eserleridir. Onun muhteviyatını özünü merak eden kişiler lütfen onun hakkındaki dedikodulara değilde eserlerine baksınlar. Çünkü insanın fikri ne ise zikri de odur
Çubuk Aksiyon haber ajansı gündem gazetesi öncelikle Çubuk ilçesindeki bir kaç sayılı haber siteleri arasında gündemi takip ederek okuyuculara doğru bilgileri sunmaya devam ediyor.
Sloganımız ilçeye dair ne varsa burada
İlçede birkaç sayılı haber sitesi arasında olan ve “Çubuk’a dair ne varsa” sloganı ile Çubuk’ta haber, reklam, tanıtım ve rehber görevi üstlenen Çubuk Aksiyon Haber Sitesi kuruluş tarihi 2008 yılından bu yana aralıksız okuyucusuna hizmet vermeye devam ediyor. Haber sitemizde sizlerle haberlerimizde tarafsız yayıncılığımız ile görselliğimizi her daim paylaşmaya devam edeceğiz. İsminin değişikliğiyle dikkat çeken Çubuk Aksiyon, sürekli yenilenip, güncellenmektedir. Çubuk'ta haber ihtiyacına cevap verebilen haber sitesi olma özelliği yanı sıra, okuyucularına haber alış verişi sağlamaya devam ediyor. Maddi hiçbir beklentisi olmayan sitemizde tamamen gönüllü ve fahri muhabirler ile sizlere haber sunuyoruz. Haber sitemiz okuyucularına sağladığı kullanımı kolay, hızlı okuma, güzel bir görünüm özelliği ile okuyucularına haber akışı sağlıyor. Okuyucularımızdan aldığımız bu güçle de yayın politikasını değiştirmeden yolumuza devam ediyor.
Çubuk Aksiyon Gazetesi Haber Ajansı doğru haber kaynağınız
Çubuk Aksiyon Gazetesi - Haber Ajansı - İnternet Haber Sitesi imtiyaz sahibi olan Müfit Onbaşı açıklamasında: "Okuyucularımızın bize göstermiş olduğu ilgi, yardım ve yorumlarından dolayı çok teşekkür ederiz. Görevimiz ve işimiz olan gazetecilik mesleğimizde doğru ve kesin bilgi içeren haber yapmak önceliğimiz olmuştur. Bu konuda bizi herkes tanır. Haber sitemiz artık ulusal haber siteleri değerinde bir görünümdedir. Çubuk hakkında her türlü bilgi ve öğrenmek istediğiniz her türlü arşivi ile zengin bir içeriğe sahip. Haber sitemiz sürekli güncellenen ve yenilenen tasarımı ile kullanıcıya, habere hızlı ve kolay erişim imkânı sağlıyor. Haber okumayı kolaylaştıran zarif görünüm ve ergonomik yapı sayesinde ziyaretçilerimiz, artık web sitemizde daha fazla zaman harcıyor" diyerek devam etti.
Çubuk Aksiyon Gazetesi Haber Ajansı takipçilerine en doğru ve kesin bilgi sunar
Sizlere, 15 yılı aşkın tecrübesi ve deneyimli kadrosuyla ilçeye özgü, haber, fotoğraf ve video üreterek okuyucularına sunmaktayız. Çubuk’un gündemini takip eden ve yine ilçenin güncel haberlerini sizlere aktarmaya devam edecek olan cubukaksiyon.com web adresinden istediğiniz her şeye kolayca ulaşılabileceksiniz. Günümüz teknolojisine, değişime ayak uydurmak için siz değerli takipçilerimizin fikir ve görüşlerini değerlendirerek, sitemizi daima hem güncel tutuyor, bilgi ve tecrübelerimiz ile sistemimizi hem güçlü tutuyor, hem de sürekli yeniliyoruz. Yine okuyucularımızın ve abonelerimizin görüş ve fikirlerini değerlendirerek doğru kaynaklardan bilgi alarak haber ekliyoruz. Okuyucularımızın haberlere yazdıkları yorumlardan güç alarak onlara en güzel haberler sunmaya devam ediyoruz. Bizi ziyaret eden bütün takipçilerimize teşekkürü bir borç biliriz. Bizi izleyen, takip eden herkese teşekkür ederiz.
İyi kötü gününüzde her zaman yanınızdayız
Çubuk Aksiyon Gazetesi Haber Ajansı olarak okuyucularımıza bazen acı kötü haber verdik üzdük, bazen de mutlu iyi haber vererek yüzünü gülümsettik. Çubuk’un gündemini an an takip ederek, yine ilçenin güncel haberlerini sizlere aktarmaya her zaman devam ediyoruz. Birçok okuyucumuz bizi takip ederek bir eşiniz dostunuz iyi ya da kötü haberini bizden okuyarak öğrendi. İşimiz ilçede iyi, kötü, güzel ve mutlu tüm haberleri sizlere duyurabilmek. İlçede tabi ki kötü olayların olmasını bizde istemeyiz. Ama koca 100 bini aşkın bir ilçe her şey olabiliyor. Doğru kaynaklardan kesin bilgileri alarak kimseyi mağdur etmeden elimizden geldiği kadarıyla haberlerimizi insanları incitmeden yapmaya çalışıyoruz. cubukaksiyon.com sitemiz ile şimdiye kadar birçok okuyucusu ile haber, yazı, resim ve video göstererek okuyucumuzun beğenisini kazanmaya çalıştık. Bundan sonra da hedefini şaşmadan, internet haber okuyucularına, kaliteli doğru kaynaklardan haberlerimizi yine siz değerli o okuyucularımızın yorumuna sunacağız.
Günümüzde sosyal medya hesaplarında bir çok sayfa tarafından yüzeysel başlık şeklinde verilen yazılardan öte gazeteciliğin en önemli kaynağı olan 5N - 1K özelliğinde haber yapmaktayız. Bu vesile ile internetin vazgeçilmezi sosyal medya da , Facebook, İnstagram ve Twitter’da büyük bir organik takipçi kitlesine ulaştık. Son olarak sizleri değerli okuyucularımızı aramızda görmekten mutluluk duyar, iyi çalışmalar dileriz. Enerjimize güç kattığınız için teşekkür ederiz. “Bir gün bizi ziyaret edeceğinizi biliyorduk. Aramıza hoş geldiniz. Artık şuan bizi siz dâhil herkes tanıyor”
Bundan önceki “İNSAN BU MECHUL” başlıklı yazımda, yaratılmışların en mükemmeli insanın, vücudundaki mûcizevî sırlardan bahsetmiştim. İnsan beyninin hafıza gücünün, parmak izlerindeki farklılıkların ve gözlerden fışkıran enerjinin hikmetlerini açıklarken, bedenimizdeki tüm uzuvların hayâtî faydalarını vurgulamıştım.
Bu konuda okuyucularımdan çok sayıda telefon, e.mail ve sair yollarla sitayişkâr yorumlar aldım. İlim ve kalem erbabı kimi dostlar teşekkür meyanında ilave bilgiler de verdiler. Bu sebeple TEFEKKÜR konusunda bir yazı hazırlamaya karar verdim.
Bilindiği üzere; kâinatta hiçbir varlık başıboş ve gayesiz değildir. O halde bu kadar mükemmel surette, esrar ve mûcizeler ile dolu olarak yaratılmış insan; acaba gayesiz ve başıboş olabilir mi? Hem de kendiliğinden kör tabiatın eseri olarak meydana gelebilir mi?
İşte bütün bu soruların cevabını bulmak üzere, bizden başka hiçbir canlıya bahşedilmeyen aklımızı kullanarak, beynimizin sınırsız hafıza gücü ve letâifin mânevî rabıta bağı imanımız ile, derin derin tefekküre (düşünmeye) dalmak zorundayız.
Kur’ân-ı Kerim’de sıkça tekrar edilen ikazlardan biri, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” mealindeki “Efelâ tâ’kılûn” bir diğeri de “Siz hiç düşünmez misiniz?” mealindeki “Efelâ tetefekkerûn” hitaplarıdır.
Bu ayetlere göre; Müslümanlar akıllarını kullanmak ve tefekkür etmek zorundadırlar. Şu halde kimi cemaat mensubu kardeşlerimizin, şahsi işlerinde akıllarına göre hareket ettikleri halde, sosyal münasebetlerde aklı-selime ve şer’i şerife aykırı emirlere, körü körüne tabi olmaları çok yanlıştır. Bunun vebali de büyüktür. Halbuki; Hz.Peygamberimiz “Hâlika isyan konusunda, hiçbir mahluka itaat yoktur.” Buyurmuştur.
Tefekkür etmek, aklımızı, beynimizi ve muhakeme gücümüzü kullanmak hususunda ayet ve hadisler o kadar çoktur ki, yazımızın çerçevesine sığdırmak imkânsızdır. Sayısız İslam mütefekkirleri, müçtehitler, mezhep imamları ve tüm üstadlarımız akıllarını torbaya koymayıp, ilim-irfan ve irşat yolunda gece gündüz çalışmışlardır.
Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) Ebu Hüreyre’ye “Bir saat tefekkür edip düşünmek bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” buyurmuştu. İbn-i Abbas’a ise “Bir saat tefekkür edip düşünmek yedi sene ibadetten daha hayırlıdır.” Hz.Ebu Bekir’e de “Bir saat tefekkür yetmiş sene ibadetten daha hayırlıdır.” Buyururken tefekkür konularının farklarını vurgulamıştır.
İnsan kimseden dini telkin almamış olsa bile, sırf kendi aklıyla kâinata bakarak, yüce Allah’ın varlığını ve kudretini idrak edebilir.
Varlığın bilmeye ne hacet kürre-i âlem ile.
Yeter ispatına halk ettiğin bir zerre bile.
Allah’ın zatı üzerinde düşünmek ve onu aklımızın çerçevesine sığdırmaya çalışmak doğru değildir. Hz.Peygamberimiz bu konuyu tartışan eshabına hitaben, “Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, Fakat zatı hakkında sakın düşünmeyin. İdrakiniz yetmez.” Buyurmuştur.
İDRÂKİ MEÂLİ BU AKLA GEREKMEZ.
ZİRA BU TERAZİ BU KADAR SIKLETİ ÇEKMEZ.
Uzay çok büyük olmasına rağmen sınırsız değildir. Galaksimiz, güneş sistemi, dünyamız, ay, yıldızlar ve binlerce gezegen göklerin ve yerlerin hepsi Allah tarafından yaratılmış olup, belirli eksenleri üzerinde hareket halindedirler. Hepsi de Allah’a hamd ederek tesbih ederler. Fakat biz onların tesbihat dilini anlayamayız.
Evrendeki bütün varlıkların evveli ve âhiri vardır. Ezelî ve ebedî olan sadece Hz.Allah’tır. Yaratılmış her şey günü vakti saati gelince helak olacaktır.
Bizi yoktan var ederek insan olarak yaratan, hayat veren, sayısız nimetlerle donatan ve en önemlisi İslam ile şereflendiren Hz.Allah’ı tefekkür edip, teşekkür etmeliyiz. Onun verdiği nimetlerin çeşitlerini saymak isteseniz, ömrünüz boyunca sayamazsınız.
Var oluş konusunda patlama teorilerine bakmayın. Olmayan bir şey nasıl patlar? Olan bir şey nasıl yaratılmamış olur? Varlıklar âlemini milimetrik bir denge içinde yaratıp yöneten ilâhi kudreti görmemek için akılsız olmak lazım.
Bu hayat nizamının fani olduğunu ve bir gün sonu geleceğini de kabul etmeliyiz. Yani âhiret vardır. Bir ömür boyu beyin hafızamıza kaydedilen bilgiler, belgeler (amel defterleri) önümüze konulacaktır. İşlediğimiz iyi veya kötü her şeyi apaçık göreceğiz. Ağzımız inkâr edemeyip mühürlenecek, ellerimiz konuşacak, ayaklarımız şahitlik yapacaktır.
Şimdiden hayatımızın muhasebesini iyi yaparak: kibir, riya, haset, cimrilik, aşırı hırs ve şehvet ve benzeri mânevî hastalıklardan arınmak üzere, tevbe etmeli, tam bir ihlas ve sadâkatle ibadetlere devam etmelidir.
Akıllı insan, doğum ve ölüm denilen iki karanlığın arasındaki kısacık hayatın zevklerine tapmadan, yaratıcısını idrak ederek ebedi hayata hazırlanan kişidir. HÜDAYA EMANET OLUNUZ.
Yazarın diğer yazıları
İNSAN BU MECHUL - SELÂM
Kâinatın en güzel ve mükemmel varlığı insan; sırlarla dolu çok değerli bir nüvedir. Ancak vahdet-i vücut felsefesine inananların iddia ettiği gibi, Allah’ın zatının bir parçası olmayıp, Yüce yaratıcının esmasının, ve ef’âlinin tecellisi ile yoktan var ettiği, yaratılmış akıllı tek varlıktır.
Bedeni, beyni, aklı, ruhu, kalbi ve letâifi ile tümüyle insanın esrarını çözmek, anlamak ve anlatmak neredeyse imkânsızdır.
Hz.Peygamberimiz; “Kim nefsini bilirse, ancak Rabbini bilmiş olur.” Hadis-i şerifi ile, insan bünyesindeki tüm kötü eğilimlerin odağı nefsi-emmârenin tehlike ve düşmanlığını anlayan kimse, ancak Rabbini anlamış ve iman etmiş olabilir buyurmuştur.
Bazı hadis âlimleri, buradaki (nefs) kelimesini zat anlamında tefsir ederek, şöyle mânâ vermişlerdir: “Kim insanın zatındaki sırları anlayabilirse, ancak o zaman kendisini yaratan Rabbinin kudret ve azametini anlamış olur.”
Elektronik bir cihazı (makineyi) andıran vücudumuzdaki bazı özellikleri düşünelim; yaklaşık 100 milyar hücreye sahip insan beyninin öğrenme, belleme ve hafıza gücü, bilgisayarların en gelişmiş elektronik belleklerinden kat kat fazladır. Üstelik bellekler sesi, ısıyı, dumanı vs. algılarken, dumanın kokusunu, meyvenin lezzetindeki başkalığı, sesteki mânâyı algılayamıyor.
“Geçici hafıza” ve “kalıcı hafıza” diye tasnif edebileceğimiz beynimiz binlerce bilgiyi depo edebilir, yine de boş yer bulunur. Hiç kimse hafızasını ağzına kadar dolduramaz. Kâinatta hiçbir şey boşuna hikmetsiz yaratılmadığına göre, Acaba Allah’ın vücudumuza yerleştirdiği bu güçlü hafızanın sırrı, sebebi nedir?
Allah’a ve âhiret gününe inananlar için bu sorunun cevabı gayet kolaydır. Mahşer günü yaptıklarından hesaba çekilecek olan insan, kendi hafızasına ömür boyu kaydedilen tüm yaptıklarını bir bir hatırlayacak ve görüntüleriyle birlikte amel defteriyle karşılaştırılacak, tabi ki, inkar edemeyecektir.
Vücudumuzdaki mûcizevî sırlardan birisi de parmak izleridir. Dünyadaki insan sayısınca farklı parmak izleri vardır. Asla yanıltmayan bu kimlik kartları, kriminalciler için eşsiz bir delildir. Parmak izleri öylesine hârika bir yaratılışa sahiptir ki, insan ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, ne değişiyor ne de kayboluyor. Hatta üst deri yüzülse yerine çıkan deri aynı özelliklere sahip oluyor. Yanan parmaklar bile tedavi edilince eski özelliğini koruyor.
Mukaddes kitabımız Kur’an-ı kerimde, Kıyamet süresi üçüncü ve dördüncü ayetlerle bildirilen PARMAK UÇLARI MÛCİZESİ tam 13 asır sonra 1875 yılında Sir Edward Henry tarafından tespit edilerek, polis teşkilatlarınca resmen delil olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Ağız, burun, göz, kulak gibi uzuvlar ne kadar farklı olsalar da, birbirlerine benzeyebilirlerdi. İkiz, üçüz, beşiz insanlar vardı. Şaşırmak mümkündü. Ama parmak uçlarındaki çizgiler, şaşırtmayan genetik kodlara sahipti.
Milyarlarca insanın parmak izlerini birbirinden farklı olarak yaratan yüce Allah (c.c.) elbette ki, onu öldükten sonra tekrar yeniden yaratmaya
Kâdirdir. Çünkü insan öldükten sonra, bütün hücreleri zaman içinde çürüyüp yok olabilir. Ancak kuyruk sokumundaki (acebüzzenep) denilen çekirdek kök çürümez ve yok olmaz. O çekirdek insanın atomudur. Bunun kanıtı da parmak izleridir. İşte öldükten sonra tekrar dirilmek anlamındaki kıyamet günü insanlar bu köklerinden ve aynı izlerle yaratılacaklardır.
İlim adamları insanın ve kâinatın sırlarını araştırdıkça, Allah’ın sonsuz kudretini daha iyi anlayacaklardır. İlim ve fen inkişaf ettikçe bu ve benzeri ilâhi mûcizeler ortaya çıkacak, insanlar İslâm’a yöneleceklerdir.
Bakışlarımızla gözümüzden fışkıran güçlü enerji de bir sırdır. Bazı kişilerin filtresiz bakışından zararlı enerji akımı nedeniyle, muhatabının hastalandığını biliyoruz. Biz buna “nazar değmesi” diyoruz. Kimi Allah dostlarının şefkat ve himmet nazarlarının ise ruhlara şifa ve dertlere deva olduğunu da biliyoruz.
Şöyle bir senaryo düşünelim; 2 yaşına girmiş bir bebek yavaş yavaş sobaya yaklaşır. Oynarken birden bire eli, yanan sobaya değer. Müthiş bir acı ile ağlayarak hemen geri çekilir. Zira vücuttaki tüm hücrelerden ayrı ayrı, beyne giden telefon sinyali ile, (elde yangın var) alarmı verilmiştir. Otomatik telefonlar çalışmaya başlamıştır. Beyin anında hemen çocuğun eline “Geri çekil” talimatı vermiştir. Beyin göze de talimat vererek “derdimiz, acımız var. Ağla!” demiştir.
İşte şimdi ağlama sesine koşan genç anne, yanık için ilk yardımı yaptı ve: -“Çok şükür! Allahım!!! Yavrum tamamen yansaydı. Ne yapardım” dedi. Hem ağladı hem de yanma hissini veren rabbine şükretti.
HÜLASA OLARAK: Bütün uzuvlarımız, hatta kestiğimiz saçımız, tırnağımız, kaşımız, kirpiklerimiz hepsi sayısız hikmetleri ve yararları olan birer nimettir. İşte bu mükemmel elektronik vücut makinesini, ilâhi kullanım kılavuzuna uygun şekilde hayırda kullanmak ve kıymetini iyi bilmek gerekir.
Yazımı Muhteşem Süleyman Kânûninin dizeleriyle bitiriyorum:
Halk içinde muteber bir nesne yok Devlet gibi,
Olmaya Devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Olsa kumlar sayısınca ömrüne haddü-adet
Gelmeye bu şişe-i çarh icre bir saat gibi.
Yazarın Diğer Yazıları
İLÂHÎ ADALET - SELÂM
Emekli Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması, Türkiye’nin geldiği noktayı göstermesi bakımından dikkate şayan bir olaydır. Elbette ki, birilerinin tutuklanmasına sevinecek ve oh olsun diyecek değiliz. Yargılama bitmeden peşinen suçlu veya suçsuz da diyemeyiz.
Ancak 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden beri, yarım asırlık darbeler tarihine baktığımızda; nereden nereye geldiğimizin sembolik göstergesi bu olayda, ilâhî adaletin tecellisini görürüz. İşin püf noktası şudur;
Cenab-ı Hakkın 99 Esma-i Hüsna’sından (güzel isimlerinden) birisi (EL-ADL) ADALETTİR. Allah (c.c.) mutlak Âdildir. Mülkün (Kâinatın)temeli adalettir. Zerreden kürreye kadar tüm varlıklar; çok hassas, milimetrik bir denge üzerinde yaratılmış ve öylece devam etmektedir. Mevsimlerin gelip-gidişi, gündüzün geceyi takip edişi, dünyamızın ve diğer gezegenlerin yörüngesinde bir milim dahi şaşmadan hareket etmeleri, hepsi hassas dengeler üzerinde cereyan eden ilâhi adaletin eseridir.
Adaletin olmadığı yerde zulüm ve haksızlık vardır. Denge bozulmuş demektir. Denge bozulunca da ayakta durulamaz, yıkım olur. Bu sebeple, Hz.Peygamberimiz Cuma hutbesinde,”Şüphesiz Allah adaleti,iyiliği ve yakınlara yardımı emreder. Fuhşu, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Tutasınız diye size (Allah) öğüt veriyor.”mealindeki (Nahl 90.) ayeti okuyarak adaletin önemini izah etmiştir. Bu sünnet asırlardır İslam Aleminde her cuma hutbesinde devam etmektedir.
Buna istinaden Hz. Peygamberimiz “Mülk küfürle devam edebilir. Ama zulümle asla ayakta kalamaz.” buyurmuştur. Divan edebiyatımızdan şu güzel mısraları günümüz Türkçesiyle veriyorum:
Cümle eşya hâlikındır, kul eliyle işlenir,
Emr-i Barî olmadıkça sanma ki, bir çöp deprenir.
Hak kulundan intikamın,yine kul ile alır,
Bilmeyen ilm-i ledünnü anı kul etti sanır.
Ne kahrı desti-âdâdan (düşmanlar) ne lütfu âşinadan(dostlar)bil,
Umûrun (işlerini) hakka tefviz(havale) et,Cenab-ı Kibriyadan bil.
Şimdi yarım asır öncesine 27 mayıs 1960 darbesine bakalım: Demokratik yolla milletin ezici çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş Menderes hükümeti, silahlı kuvvetlerce devriliyor, iktidar mensupları Yassı ada’da kurulan sözde Yüksek adalet divanında, ağır hakaretler altında yargılanıyor. Merhum Menderes ve iki bakan idam ediliyor. Genel Kurmay Başkanı Merhum Rüştü Erdelhun paşa idama mahkum ediliyor ve askerlerin hakaretlerine maruz kalıyordu.
Daha sonra,12 mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, uyarı, bildiri ve sair irtica teraneleriyle her 10 yılda bir milletin temsilcileri alaşağı ediliyor, değerleri çiğneniyordu.
Müslüman Türk milleti üzülüyor, bunalıyor, ama sabırla vakarını koruyor, sokağa dökülmüyor, işi Allah’a havale ediyordu. En nihayet iktidara yürüyen, Sayın R.Tayyip Erdoğan, ders kitaplarında yer alan bir şiiri okuduğu için hapse atılıyordu. Hatta Başbakan iken partisi kapatılmaya ramak kalmıştı.
Asıl görevi vatan savunması olan TSK nin bazı mensupları, hâlâ darbe planları yapıyor. Kaos ve dehşet senaryoları hazırlıyorlardı.
İşte bütün bu olup biten haksızlık ve zulümler, naçiz kanaatime göre, gayretullah’a dokundu. Burç döndü, İlâhî adalet tecelli etti. 9 yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz demokratik gelişme ve özgürlükler elde edildi. Tarafsız ve âdil yargı işbaşına geldi.
Adaletten söz etmişken, İslam adalet sisteminden ve Osmanlı adaletinden birer örnek sunmak istiyorum.
Übey-ibni Ka’b adındaki bir sahabi, Halife Hz.Ömer aleyhine bir dâva açar. Hakim Zeyd-ibni Sabit davetiye ile Hz. Ömer’i duruşmaya çağırır. Mahkeme salonuna gelen Hz.Ömer’e hakim tarafından yakınında bir yer gösterilmesi üzerine, Ömer; “Bu ne hal?” der. “Beni davacının yanında değil de kendi yakınında oturtman tarafgirliktir.” Hakim Zeyd’in cevabı şudur: -“Allah’a ve âhiret gününe imanı tam olan bir hakimin taraf tutması imkansızdır. Benim hep uyguladığım usulümdür. Dâvalıyı en yakınıma alarak, ifade verirken, göz ucuyla mimiklerini, vücut dilini ve ruh halini de anlamaya çalışırım.” Hz.Ömer teşekkür eder. Allah’a hamd eder.
Osmanlı Devletinin altın yıllarında, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Konyalı bir tüccar, İtalya’dan kumaş ithal etmek ister. Venedik’ten gemiye yüklenen kumaşlar İstanbul’a doğru yola çıkmış, fakat yolda gemi batmıştı. Parasını alamayan Venedikli tüccar, Konya kadısına başvurmuş: -Ben görevimi yaptım. Malları gemiye yükledim. Paramı isterim. Konyalı tüccar ise: -Sipariş ettiğim malları teslim almış değilim. Bedelini ödemem mümkün değildir. Derler…
Konya kadısı Hârim efendinin hükmü şudur:
“Venedikli tacir siparişi gemiye yüklemiştir. Geminin batması yüce Allah’ın takdiridir. Venedikli davacı malın bedelini alacaktır.”
Beklemediği bu adalet karşısında hayran kalan İtalyan tüccar, Hıristiyanlıktan ayrılıp, Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman olur… HÜDÂYA EMANET OLUNUZ…
Yazarın Diğer Yazıları
Selam
Çağımızda baş döndürücü hızla gelişen bilim ve teknoloji sayesinde, ulaşım ve iletişim alanında kullanılan çeşitli alet ve cihazlar bizlere sunulan büyük nimetlerdir. Artık kâğıt, kalem, mürekkep, daktilo vs. gibi malzemeler gerekmeden bilgisayarın tuşuna basarak istediğimiz bilgi alış verişinde bulunabiliyoruz. Bilgi, duyuru ve düşüncelerimizi kolayca paylaşabiliyoruz.
Cenabı-Hakkın lütfettiği bu imkân ve nimetleri düşünerek, bazı dost ve arkadaşların da istekleri doğrultusunda, ben de müktesebatımı, görüş ve düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim. Rabbimin verdiği ömür ve imkânlar ölçüsünde buradan sizlere (SELAM) başlığıyla sesleneceğim. Dînî, ahlâkî, sosyal ve kültürel konularda haftada bir gün yazmaya çalışacağım.
Bu adımı atmamda 3 ana faktör etkili olmuştur; Bunlar şunlardır:
1-İletişim teknolojisini hayırda kullanmak ve bu nimetin hakkını vermek,
2-Emri-bil’mâruf, nehyi-anil’münker diyebileceğimiz tebliğ vazifem,
3-Sahip olduğum, nâciz bilgi ve birikimin benimle toprağa gitmemesi.
Burada hemen belirtmeliyim ki; Hata, eksik ve fazlalıklarım olursa, samimiyetime hamlederek hoş görmenizi dilerim. Sürçü-lisan olursa afv ola.
Bilindiği gibi; çalkantılar, kavgalar, çatışmalar, açlık ve sıkıntılarla dolu bir sorunlar yumağı halindeki dünyamızda huzur içinde yaşamaya çalışıyoruz. Mum ışığıyla aradığımız bu huzuru yakalamak için, sorunların çözümünde bir nebze olsun hizmetim geçerse ne mutlu bana.
Ayrıca teknolojinin kötüye kullanımı yüzünden ve diğer nedenlerle oluşan, korkunç ahlâkî erozyon sonucu; fenalıkların ve sapık akımların yayıldığı bir ortamda, materyalizmin girdabında boğulmak üzere olan, bunalım içindeki insanlara el uzatarak, irşat ve hidayetlerine vesile olmaya çalışmak en başta gelen vazifemizdir.
İmam Taberânînin naklettiği bir Hadisi şerifte Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur. “Ey Ebu Râfî! Senin iki elin üzerinden (senin gayretlerinle) Hz. Allah’ın bir kulunu hidayete erdirmesi senin için üzerine güneşin doğduğu her şeyden hayırlıdır.” Hz. Peygamberimizin “Din nasîhattir” Hadisi de bu vazifemizi en güzel şekilde özetlemektedir.
Şu halde, yangını görüp, canhıraş bir şekilde bir kova su ile de olsa söndürmeye çalışmak gerekirken, seyirci kalmak, hatta keyfince yan gelip yatmak ne büyük bir gaflettir.
Günümüzde yaşanılan olaylar gösteriyor ki, teknoloji hangi seviyeye ulaşırsa ulaşsın, ilmî gelişmeler hayatı ne kadar kolaylaştırırsa kolaylaştırsın DÜNYA NİMETLERİNİN HİÇBİRİ İNSANOĞLUNUN RUHUNU TATMİN ETMİYOR. İnsanların pek çoğu mânevî buhran ve psikolojik bunalım içinde. Kısa bir süre önce medyamızda yayımlanan istatistikî bir rapora göre; Türk toplumunun %50 den fazlası psikolojik tedaviye ihtiyaç duymaktadır. Psikiyatri kliniklerine başvurular artmıştır.
İnsanların bunalıma girmesi, iç huzuru bulamayarak psikolojisinin bozulması, cinnet, şiddet ve intihar vak’aları acaba salt ekonomik nedenlerle açıklanabilirmi? Maddenin ve materyalizmin ağır baskısı altında ruhen bunalan insanlar, uyuşturucuya, alkole ve nefsanî eğlencelere başvursalar da bir türlü tatmin olmuyorlar. Çünki tedavinin yolu başkadır. Cenabı Hak ayetinde bu reçeteyi açıklamıştır. “Dikkat edin!İyi anlayın! Ancak ve sadece Allah’ı zikretmekle kalpler mutmain olabilir” (Rağd 28) Yani huzurun yolu ve bunalımdan çıkışın ilacı imanla Allah’a yönelmektir.
Hatta iman ve zikir sadece ruhî değil,bedeni rahatsızlıkların tedavisinde de etkilidir. Günümüzde modern tıp bunu kabul etmiş ve kısmen uygulamaktadır. Pek çok Türk bilim adamı gibi, ABD. Cerrahlar Birliği üyesi ve mühtedî Dr.Poll Ernest Adolph yıllarca yaptığı klinik çalışmaları ve hastaları üzerinde tetkikleri sonucunda; şunları söylemektedir. “Öyle inandım ki, hakikî ilaç aynı anda hem ruha, hem de cisme şamil olmalıdır. Tıbbî ve cerrahî mâlûmatımı, Allah’a imanım ve ilmimle tatbik etmenin vazifem olduğunu idrak ederek, bu iki yönü sağlam bir esasa bağladım. Ancak bu yolla hastalarımın muhtaç olduğu ilacı onlara sunmaya muvaffak oldum. Tıbbi çalışmalarım esnasında, maddi bilgilerim yanında, manevi bilgilerle de mücehhez olduğum zaman birçok hastalığı gerçekten tedavi edebileceğimi anladım. Eğer insan bu tıbbi çalışmadan Rabbini uzaklaştırırsa, bütün çalışmaları, yarım doz verilen ilaç kadar bile tesirli olmaz.”
Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, İnsan ruh ve bedenden ibarettir. Birindeki hastalık diğerini de rahatsız eder. İşte acizane biz burada, Kur’an eczanesinden devşirdiğimiz hayat ve huzur reçetelerini sunmaya çalışacağız. Hüdaya emanet olun.
merhum Pilavoglu ile ankara Ulucanlar cezaevi 6 inci kogusu pAylasmis defalarca katibi umumisi sabri bey ben merhum volta atmis bircezaevi delisi olarak kendisinden sakin olmami onerilerini dinler ve hafta sonlari sofrasina yerimi ayirarak davet ederdi.takvimler temmuz 1952 – 1955
Hoca
•
Her şey güzel de.insanlar birbiriyle uğraşmayı.seviyor.Kötü ne kadar kötü olduğunu bilir.vicdanı ona herşeyi gösterir.İyi insana da vicdanı herşeyi gösterir.hayadan edepten dogruluktan kısacası hayatın kurallarından ayrılmayalım.bir deli kuyuya taş attı diye de kendimizi hırpalamiyalim.güneş doğarken yatıp güneş batarken kalmayalım.Çok para biriktirip uzayda tatil yapmayalım.zamanı gelince ölelim.vesselam.1. ve 2.sözleri çok okuyalım
cemile arı
•
doğruları okumak çok güzel RABBİM doğruların yardımcısı olsun
Şimdiye kadar olumlu veya olumsuz pek az şey yazıldı ve çok fazla şey konuşuldu halk arasında. benim söylemek istediğim şey ise şu dur;Bir şeyin muhteviyatı veya içinde ne varsa üzerinde taşıdığı etikette yazılıdır. Etiketinde zehir yazan kutunun içinden bal çıkmaz.Efendimin etiketi de geride bıraktığı eserleridir. Onun muhteviyatını özünü merak eden kişiler lütfen onun hakkındaki dedikodulara değilde eserlerine baksınlar. Çünkü insanın fikri ne ise zikri de odur
seket tokdogan
•merhum Pilavoglu ile ankara Ulucanlar cezaevi 6 inci kogusu pAylasmis defalarca katibi umumisi sabri bey ben merhum volta atmis bircezaevi delisi olarak kendisinden sakin olmami onerilerini dinler ve hafta sonlari sofrasina yerimi ayirarak davet ederdi.takvimler temmuz 1952 –
1955
Hoca
•Her şey güzel de.insanlar birbiriyle uğraşmayı.seviyor.Kötü ne kadar kötü olduğunu bilir.vicdanı ona herşeyi gösterir.İyi insana da vicdanı herşeyi gösterir.hayadan edepten dogruluktan kısacası hayatın kurallarından ayrılmayalım.bir deli kuyuya taş attı diye de kendimizi hırpalamiyalim.güneş doğarken yatıp güneş batarken kalmayalım.Çok para biriktirip uzayda tatil yapmayalım.zamanı gelince ölelim.vesselam.1. ve 2.sözleri çok okuyalım
cemile arı
•doğruları okumak çok güzel RABBİM doğruların yardımcısı olsun
NURETTİN YILMAZ
•üstadın birkaç eserini okumak nasip oldu bu okuduğum eserden anladım ki bu yazılar kalpten çıkmıştır dilden çıkmamıştır.
İMAM ZEYNEL ABİDİN HZ DEDİĞİ GİBİ
KALPTEN ÇIKAN KALBE GİDER
DİLDEN ÇIKAN KULAKTAN ÖTEYE GEÇEMEZ
Selahaddin Kamçı
•Şimdiye kadar olumlu veya olumsuz pek az şey yazıldı ve çok fazla şey konuşuldu halk arasında. benim söylemek istediğim şey ise şu dur;Bir şeyin muhteviyatı veya içinde ne varsa üzerinde taşıdığı etikette yazılıdır. Etiketinde zehir yazan kutunun içinden bal çıkmaz.Efendimin etiketi de geride bıraktığı eserleridir. Onun muhteviyatını özünü merak eden kişiler lütfen onun hakkındaki dedikodulara değilde eserlerine baksınlar. Çünkü insanın fikri ne ise zikri de odur